A’dan Z’ye Panik Atak

Depresyon Yeni Çözüm: TMS
22 Ekim 2023
Alzheimer Hastalığındaki Çalışmamız Uluslararası Yayınevi Tarafından Yayınlanmıştır.
13 Mart 2024
Tümü

A’dan Z’ye Panik Atak

İç dünyamızı çoğu zaman görmezden geliyor, yaşadığımız olayların ruhumuzda bıraktığı izleri sıcağı sıcağına fark edemiyoruz. Genellikle bunun için vaktimiz de olmuyor. Stresli bir iş hayatı, ailevi sorunlar, dinlenmeye fırsat bulamadan geçirdiğimiz günler, kendimizin ya da yakınlarımızın hastalık süreçleri… Belki de uzun yıllar evde çocukların peşinde koşarak geçirilen bir yaşam… Ama hep iplerin başkalarının elinde olduğu ve belirsizliklerin tahammül sınırını zorladığı yaşam koşulları… Yaşadığımız birçok zorluk, “Ha gayret, bunu da atlatalım!” derken birikip birikip sırtımızda taşıdığımız yüklere dönüşüyor. Bu da kişiyi bir süre sonra, ortada bir sebep yokken bile mutsuz ve kaygılı hale getiriyor.

Bugün arzu ettiğimiz her şeye sahip olsak bile çocukluk döneminde yaşadığımız çeşitli tecrübeler de dünyayı daha karanlık bir yer olarak algılamamıza neden olabiliyor. Ebeveynlerden birinin kaybı, hastalığı ya da bağımlılıkları sonucu çocukluğun kötü izleri; yoksulluk, şiddet görmek ya da tacize uğramak gibi etkenler yıllar sonra çeşitli şekillerde kendini gösterebiliyor. Küçük yaşlarda aileden ayrı kalmak gibi faktörler de yaşanan ruhsal çalkantıların sebebi olabilmekte.

İçinde bulunduğumuz ana ve geleceğe dair taşıdığımız korkular, depresyondan migren ve bağımlılıklara kadar uzanan çeşitli şekillerde kendisini gösteriyor. Panik bozukluğu da bu kaygı dolu tablonun en kontrolsüz hallerinden biri… Yaşamınızda büyük bir yangın çıkmış da can havliyle bütün camları kırmışsınız gibi. En zor kısmıysa şüphesiz yangını bir tek sizin görmeniz. Kişiye “Delirecek miyim?” ya da “Ölecek miyim?” korkusu yaşatan kriz zamanları, yaşam kalitesini oldukça düşüren ve çalışan kişileri işlerinden, eğitimine devam edenleri okullarından alıkoyabilecek kadar şiddetli gerçekleşebiliyor.

Panik atak beynin kötü bir şakasıdır

Üç çeşit hafızadan bahsedebiliriz. Anlık ve kısa bellek, ana bellek ve sosyal bellek. Kısa bellekte o an için kayıtlanan ve sonradan unutulup giden hafıza söz konusudur. Örneğin sık kullanılmayan bir telefon numarasının o an için öğrenilip sonra unutulması böyledir. Ana bellekte ise kısa bellekten süzülerek gelen bilgilerin kayıtlanması söz konusudur. Bu konuya Alzheimer ile ilgili bölümümüzde genişçe değineceğiz. Bazı hafıza kayıtları hem ana belleğe hem de sosyal belleğe veya sadece sosyal belleğe kayıtlanır. Sosyal bellek, bilinçaltı ve prefrontal korteks ile sıkı bir iletişim içindedir. Çoğu zaman sosyal bellekte depolanan kayıtların farkında olmayız. Sosyal hafızaya depolanmış olan çoğu anıları unutur gideriz ama bunlar bilinçaltımızdan silinmez. Çocukluk döneminde veya geçmişte sosyal hafızaya kayıtlanmış travmatik anılar hayatın bir döneminde kısa ve ani veya uzun süreli bedensel tepkimeler halinde geri dönebilir. Ani ve kısa tepkimeler panik ataklar, uzun süreli bedensel tepkimeler ise mide ülserleri ve irritabl kolon gibi psikosomatik hastalıklar şeklinde tezahür eder.

Panik atakta beyinden bedene yanlış bir alarm gider. Sanki bir kalp krizi ya da beyin kanaması geçiriyormuş alarmıyla tüm uzuvlarıyla beden savunmaya geçer. Anında stres hormonları en üst seviyeye çıkar. Örneğin kalp krizi alarmı geldi ise, vucüt kol ve bacaklardan kanı toplayıp daha çok kanla beslenmesi için kalbe gönderir. Bu esnada kol ve bacaklardan kan çekildiği için uyuşmalar ve güçsüzlük oluşur, kişi yere yığılabilir. Kalbe normalden fazla kan geldiği için kalp daha fazla çalışmak zorunda kalır böylece kalp ritmi yani nabız hızlanır, kan basıncında ani değişiklikler özellikle hipertansiyon gelişir. Soğuk ter atma görülebilir. Bu esnada gelişen anormal düzeydeki aşırı korku ile kişi ne yapacağını şaşırır ve kendisini can havliyle en yakın sağlık ünitesine atmaya çalışır. Bu nedenle bir çok panik atak hastasının bir yerden bir yere giderken güzergah üzerindeki sağlık merkezlerini belirleyip ona göre yola çıkması çok gördüğümüz bir tablodur. Hatta atak gelecek korkusu ile hastane bahçelerinde yatanlara bile rastladığımız olur.

Panik atak deprem gibidir. Deprem gibi hiç umulmadık bir anda aniden gelir. Sonradan artçı ataklar görülebilir. Her ikisinde de ölüm korkusu olur.

Atak Gelince!

Ataklar aniden gelişip yaklaşık 10 dakikalık süreçte doruk noktasına çıkar. Ataklar sırasında nefes alamama, kalp atışlarının hızlanması, terleme, baş dönmesi, karın ağrısı, üşüme ya da ateş basması gibi etkiler hissedilir. Kişi nefessiz kalmaktan, kalp atışlarının hızlanması nedeniyle kalp krizi geçirip ölmekten korkar. Hasta vücudunda hissettiği değişim nedeniyle kontrolünü yitireceğini, delireceğini düşünür. Genellikle 15-20 dakika gibi devam eden bu tablo hastaya göre birkaç saat de sürebilir. Atak sonrasında hasta, yaşadığı korku ve panik nedeniyle bitkin bir haldedir.

Panik atak teşhisi henüz konmamış ise hastalar, kalp krizi geçirme ihtimaline karşın sürekli tansiyon ölçen ve nabızlarını sayan bir haldedir. Bu nedenle spor yapmak, cinsel ilişkiye girmek gibi nabzı yükselten aktivitelerden kaçınma eğiliminde olurlar.

Panik Atak, kişiye ve yakınlarına çaresizlik hissi verebilir. Toplum olarak ruhumuzu dinlemeye veya tedavisi için doktora gitmeye pek yatkın değiliz. Psikoloji tabanlı rahatsızlıkları zayıflık olarak gördüğümüzden üzerimize kondurmak istemeyiz. Bu nedenle panik atak gibi aslında teşhis koyması kolay bir hastalık konusunda bile hastaların genellikle farklı branşlardan pek çok doktor gezdikten sonra teşhise ulaşabildiğini görüyoruz. Elbette kalp krizi geçireceğini düşünen bir kişinin kalp için kontrole gitmesi çok şaşırtıcı değil ama fiziksel sorun bulunamayınca bile duygusal sebepleri görmezden gelmek de ne yazık ki işleri kolaylaştırmıyor. Böyle hallerde en çok sıkıntıyı yine hastalar çekiyor. Farklı branşlardaki doktorlar tarafından pek çok tetkik yapılıp hiçbir sonuca ulaşılamamışsa hasta, yaşadığı sıkıntılı durumu yakınlarına izah etmekte ve desteklerini almakta sıkıntı yaşıyor. Hastalarla yaptığım görüşmelerde, kendilerine kriz anlarında sakin olmasının söylenmesine ne kadar kızdıklarını birçok kez duymuşumdur. Oysa sakin olmak ellerinde olmadığı için sakin değiller. Öte yandan terapi sürecine giren hastaların, sakin kalabilmeyi kolayca öğrenebilmesi de mümkündür. Hastalar atak süreçlerini tanıdıktan ve uzman yardımı aldıktan sonra ataklarla baş etmeyi öğrenirler. Hasta yakınlarının, çözüm arayışında destekleyici olması çok önemlidir. Ataklar sırasında da tedavi sürecinde, sevgi dolu ve destekleyici bir tutum sergilenmesi gerekir.

Kadınlarda Daha Çok Görülür

Panik atakları, çocukluk yıllarında veya insanların daha sakin bir yaşam sürdüğü emeklilik yıllarında ortaya çıkabilir. Bu konuda yapılan araştırmalar atakların genellikle ergenlik sonrası 18-30 yaş arasında başladığına işaret ediyor. Hastalığa anksiyete bozukluğu, agorafobi gibi başka rahatsızlıkların da eşlik etmesi mümkün. Bu nedenle kişiye özel bir tedavi süreci izlenmesi çok önemli…

Cinsiyetleri karşılaştıran araştırmalar, bu hastalığın kadınlarda daha çok görüldüğünü gösteriyor. Panik ataklı kadınların sayısı, erkeklerin tam üç katı… İlginç bir bilgi ise, her 100 kişiden 7’sinin yaşamı boyunca bir kez panik atak geçirme ihtimali olduğunu gösteriyor. Tekrarlayan panik ataklar ise toplumda yüzde 1,5 ile 3,5 oranında görülmekte.

Panik atağın evlilerde görülme sıklığı bekârlardan daha düşüktür. Yine kırsal kesimlerde, şehir hayatına göre daha az panik bozukluğu görülür. Şehirde panik atak olma olasılığı, kırsal bölgelerin yaklaşık 2 katıdır. Aslına bakılırsa panik ataklı hasta profili, “50 yaş altında, kadın, dul ve şehirli” olarak tanımlanmaktadır. Burada belki “dul” sözcüğü hanımların keyfini kaçırabilir. Aslında dul sözü burada kişiye dışarıdan yapıştırılan bir etiket olmanın ötesinde kişinin boşanma ya da vefat gibi acı veren olaylar sonrasında kendisini “Yalnız ve güvende olmayan” bir halde hissetmesini açıklamaktadır. Elbette farklı yaş gruplarında, erkeklerde, kırsal alanlarda yaşayanlarda da panik bozukluğu görülmektedir.

Panik atağın ortaya çıkmasında genetik yatkınlık da önemli bir etkendir. Birinci dereceden akrabalarda panik atak olması, hastalığın görülme ihtimalini yüzde 15 yükseltir. İkizlerle yapılan bir araştırma, genetik faktörlerin yüzde 40 etkili olduğunu göstermiştir. Ayrıca uzun süre stres altında kalma ve çevreden gelen uyaranları yanlış değerlendirme, olanın dışında farklı anlamlar yükleme gibi etkenler de dikkat çeker.

Zayıfları Değil Aksine Güçlü Profilleri Sever

Panik atağın arkasında uzun süre yaşanmış stres, yorgunluk ve üzücü tecrübeler vardır. Gerek çocuklukta gerekse yetişkinlikte bu hastalar pek çok zorluğun üstesinden gelmiş kişilerdir. Özellikle yetişkinlikte iş yaşamında en zor işleri başarıyla yürütmüş kişilerde zamanla panik bozukluk tablosu oluşabilmektedir. Bu nedenle tedaviye yeni başlayan kişiler asla bunu bir zayıflık olarak görmemeliler. Ancak nasıl bedeninizin kaldırabileceği ağırlığın bir sınırı varsa aynı şekilde ruhunuzun taşıyabileceği ağırlığın da bir sınırı olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekiyor.

Anksiyete ve Panik Atak

Kaygılı, gergin bir ruh halini ifade eden anksiyete, tüm psikiyatrik bozukluklarda görülen yaygın bir belirtidir. Anksiyetede bir madalyon gibi psişik ve fizyolojik olmak üzere 2 yüz vardır. Kişi, olumsuz beklentileri nedeniyle çeşitli korkular yaşar, her an kötü bir şeyler olacakmış hissi taşır. Bu kaygılar, çarpıntı, terleme ya da üşüme, sürekli idrara çıkma gibi vücudun fizyolojik tepkiler vermesine neden olur. Ruhsal gerginlik bedensel tepkileri, bedensel tepkiler ruhsal gerginliği besleyerek kısır döngüye neden olur. Panik atak geçiren hastalar zamanla atak zamanlarının üstesinden gelmeyi öğrenirler ancak anksiyete ile mücadele etmek de odaklanılması gereken bir durumdur.

Agorafobi ve Panik Atak

Panik bozukluğu olan hastalar genel olarak agorafobisi olanlar ve olmayanlar olarak 2 kısımda ele alınmakta. Agora, kalabalıkların toplandığı pazar yerlerini ve meydanları anlatan bir kelime olarak Yunancadan gelir. Agorafobisi olanlar, toplu mekânlardan kalabalık yerlerden korkar, kendi evleri ve tanıdığı çevreler içerisinde bulunmak isterler.

Panik bozukluğu olanlar ataklar sırasında yaşadıkları korkunun etkisiyle kalabalık mekânlara girmekten kaçınır. Bunun altında toplum içerisinde küçük düşme endişesi ya da bir atak geçirirlerse tanımadıkları insanlardan yardım alamayacakları düşüncesi etkilidir. Agorafobisi olanlar uçak, otobüs, tren gibi kalabalık taşıma araçlarını da güvenli bulmazlar. Agorafobisi olan panik ataklılarda evden çıkamama, tüm yaşamı sekteye uğratan, hastaları kısıtlayan bir etkendir. Evde de yalnız kalamayan, bir atak geçirir ve yardım alamazsam korkusuyla yaşamı kâbusa dönüşen hastalar bulunmaktadır. Panik atağı, spontane ve çeşitli durumlara bağlı olarak ortaya çıkabilir. Kendiliğinden ortaya çıkan ataklar, önceden kestirilemediği için; panik bozukluğu olan kişiler, tanımadıkları ortamlarda bulunmayı istemezler. Çoğu hastada hem kendiliğinden gelişen hem de bir dış etkenle tetiklenen ataklar bir arada görülür.

Tüm panik bozukluğa sahip hastalarda agorafobi görülmez. Ancak, “Agorafobili panik ataklıların” incelendiği bir araştırmada, bu hastalarda agorafobinin ilk panik atağın hemen ardından veya ilk bir yıl içerisinde başladığı görülmüştür.

Bugün yaşadığımız hastalıklara sebep olabilecek etkenlerin bir kısmının çocukluk dönemine ait olduğuna daha önce değinmiştik. Çocukluk yıllarında ebeveynlerinden ayrı kalmış kişilerin yaşadıkları bu travmanın, kesin kanıtlanmamakla birlikte agorafobi ile bağlantılı olabileceği düşünülmektedir.

Birçok hasta panik ataktan sonra yeniden atak geçirmekten endişe duyar. Yeniden atak geçirmenin yarattığı gerginlik, beklenti anksiyetesi olarak adlandırılmaktadır. Ataklar gece uykuda da meydana gelebilir. Bu durumda hasta yeniden uykuya dalmaktan endişe duyar. Hastalar, hem ataklar sırasında hem de sonrasında kendilerine pozitif olmak konusunda telkinler vermelidir. Kaygılı düşünceleri fark etmek ve hemen bu düşüncelerden uzaklaşmayı sağlayacak bir meşguliyet bulmak, nefes egzersizleri yapmak gibi alternatiflerle kötü senaryoları zihinlerinden uzaklaştırma yönünde gayret gösterilmelidir.

Panik Bozukluğu Tedavisi

İlaç Tedavisi: Panik atak tedavisinde ilaçlar, terapi ve teknolojinin sunduğu imkanlar kullanılır. Birçok hasta, ilaç kullanmak fikrinden hoşlanmaz. Özellikle ruhsal sorunlarda kullanılan ilaçların, kilo alma, uyku ve sersemliğe neden olması, hastalar için kendi bedenleri üzerindeki hâkimiyetlerini yitirecekleri endişesi yaratır. Oysa uzun süre depresyon geçirmiş, kaygı ve gerginlik yaşamış kişilerde beynin kimyasal salgıları değişmiş, beyin serotonin gibi nörotransmiterleri üretemez hale gelmiştir. Yani hastanın düşünme şekli üzerindeki hâkimiyeti zaten ortadan kalkmıştır. Bir başkasının hiç aklına gelmeyen birçok kaygılı düşünce zihinde dönüp durmaktadır.

Hastaların diğer bir endişesi ise ilaçlara bağımlı hale gelme düşüncesidir. Bazı tereddütler olsa da yeni nesil antidepresanların pek bağımlılık yapmadığı düşüncesindeyiz. İlaçlar, beyindeki hormon faaliyetlerini düzenleyerek panik bozukluğun düzelmesini sağlar. Bu nedenle doktorunuzun önerdiği ilaçları, önerilen miktar ve sıklıkta kullanmanız tedavinin başarısı için önem taşımaktadır. Bu noktada doktorla hastanın uyumu, hastanın endişe duyduğu konuları doktoru ile paylaşıp tatmin edici yanıtlar alabilmesi de çok önemlidir. Bazen de ‘’acaba ilaçları hiç bırakamayacak mıyım, ilaçkolik mi oldum?’’ korkuları da olabilir. Ve bu da panik ataklarda tetikleyici unsur oluşturabilir. Bu nokta da doktor ya da terapist bu endişelerin yersiz olduğu konusunda ikna edici davranmalıdır.

Panik atakta TMS tedavisi

Transkranial manyetik stimülasyon (TMS) tedavisi, depresyon gibi panik atakta da çok ciddi düzelmeler sağlar. Kliniklerimize ilaç tedavisinden ve terapilerden sonuç alamayıp TMS ile düzelen sayısız hastamız olmuştur. İlaç kullanmak istemeyen ya da ilaçlardan tatminkar sonuç alamayan veya hamilelik, lohusalık, karaciğer yetmezliği gibi ilaç kullanması mahzurlu olan  kişilerde ilk tercih olmalıdır. Panik atakta tedavi bölgeleri, depresyonla aynı yerlerdir. Amaç sosyal hafıza ve bilinçaltıyı koordine eden prefrontal korteksin manyetik uyarılarla reorganize edilmesi ve yeniden düzene sokulmasıdır. İdeal tedavi seansı 15 dir ve ilk etap tedavisi 15 gün ile 45 gün arasında bitirilir. Seansların kaç günde sonlacağına muayene ve testlerden sonra doktor karar verir. Biz genelde il dışından ya da yurt dışından gelen hastaların tedavilerini eğer klinik tablo uygunsa 15 günde bitirmeye gayret ediyoruz. Zaman problemi olmayanları ise 45 güne kadar yayabiliyoruz. Daha sonra ise klinik tabloya göre ayda bir pekiştirici seanslar tedaviyi programlayan doktor tarafından önerilebilir.

TMS tedavisinde hedef önce atakları seyrekleştirmek sonra ise yok etmektir. Son aşamada ise ilaçsız bir döneme geçmektir. Genellikle TMS tedavisine gelindiğinde kişiler ilaç kullanmakta olmaktadır. TMS tedavisi ilaç tedavisi ile herhangi bir uyumsuzluk göstermez. Hatta ilaçlar ve terapiler ile üçlü kombinasyon halinde bile uygulanabilir. TMS seansları bitinceye kadar ataklar ciddi düzeyde azalmakta çoğunlukla tamamen ortadan kalkmaktadır. Atakları azalmakla beraber devam eden az bir vakada da seansların bitiminden sonra bir ay içinde tamamen kontrol altına alınmaktadır. Son aşamada ise eğer ilaç kullanımı varsa bunların kademeli bir şekilde azaltılarak kesilmesi ve tedavinin tamamlanması gerçekleştirilir.

Kliniklerimizde bizim tercih ettiğimiz yöntem TMS tedavisi ile beraber magnetoterapi uygulamalarını birlikte yapmaktır. Manyetik rezonans tedavisi (magnetoterapi) TMS tedavisini destekler mahiyettedir. Bu konu ile alakalı geniş bilgiyi önceki bölümlerimizde bulabilirsiniz.

Hastalıklar kişilere hissettirdikleri açısından sıralamaya konulsa panik atak, açık ara birinci olur. Panik atakta kişinin yaşadığı dehşet hissi ve korku, gerçek kalp krizinden bile fazladır. Ancak panik atak hastalarının bir şansızlığı da çevresindeki kişilerin hatta doktorların bile hastalığı çok ciddiye almamalarıdır. Çoğu kez ‘’iradene hakim ol, kendini toparla’’ gibisinden haksız eleştirilere maruz kalırlar. Halbuki panik atak bir irade ya da karekter zayıflığı değildir. Atakları durdurmak ya da kontrol etme de kendi çabaları yetmez mutlaka ciddi profosyonel tedavi gerekir.

Bu nedenle panik atak  tedavisinde hiçbir şeyden kaçınmamalıdır. Oldukça güvenli ve etkili bir tedavi yöntemi olan TMS tedavisinden mümkün mertebe mutlaka yararlanılmaldır.

Terapiler: Tedavide terapi süreci, hastanın ataklar sırasında kullanabileceği gevşeme tekniklerini, nefes egzersizlerini, kaygılı düşünceler zihinde dönüp dururken bunların nasıl fark edilip pozitife çevrilebileceğinin öğretilmesi gibi adımlar içerir. Terapi, psikolojik hastalıklarda uzun dönemde yaşam kalitenizi yükseltecek pek çok kazanım sağlayacaktır. Olaylara verdiğiniz tepkileri kontrol edebilmek, yaşamış olduğunuz kötü tecrübelerin yaralarını sarmak, ruhunuza hak ettiği özeni göstermek için uzun bir yolculuk olsa da terapiye vakit ayırmanız önemlidir.

Kendinize Yardım Edin: Şüphesiz sadece olaylara bakış açınızı değiştirmek, ilaç almak ya da beyninizin bozulan kimyasını düzeltmek tüm yaşamınızı değiştirmeyecektir. Doktorların ve sevdiklerinizin yardımı ile iyileşmeye çalışırken yaşamınızda da bazı düzenlemeler yapabilirsiniz.

Kişinin egzersize başlaması, stres düzeyini düşürecek bir yaşam düzenine geçmesi önemlidir. Eğer gerginliğinizin nedeni işiniz ise belki daha az kazanacağınız ama mutlu çalışabileceğiniz bir iş yaşamına adım atabilirsiniz. Üzerinizde gerginlik yaratan faktör, sorumluluklar altında ezilmek ise aile bireylerinizle bu sorumlulukların adil paylaşımı için yeniden konuşabilirsiniz.

Hasta profillerini açıklarken değindiğimiz gibi, panik bozukluk, daha ziyade kadınları etkileyen, bekârlığın ve şehir yaşamının getirdiği yüklerin etkisiyle de bağlantılı. Bekârsanız bekâr yaşama veda edebilir veya dostlarınıza daha fazla vakit ayırıp insani paylaşımlarınızı artırmayı deneyebilirsiniz. Şehrin karmaşasından kaçma fırsatları oluşturabilir, güne daha mutlu uyanacağınız bir yerde yaşamayı tercih edebilirsiniz.

Kaygılardan Kurtulmak İçin Yapılabilecek Basit Egzersizler:

Korku Ve Kaygıların Ne Zaman Başladığını Bulun

Bilindiği gibi bir çok terapi, kişinin sorun yaşadığı bir konuyu ele alır ve o sorunun çıkış anına doğru bir yolculuğu başlatır. Diyelim ki, kişinin uzun yola çıkmaya karşı bir fobisi oluşmuş. Bu fobi nerede başladı? Nasıl başladı? Biz yaşamınızı sürdürürken farkında bile olmadan bir anda bilinçaltımız herhangi bir olayı, korku ile özdeşleştirebilir. Bazı korkular, kişi kendini bildi bileli oradadır. Bazıları ise sonradan oluşur.

Şimdi gerçek bir hasta hikâyesinden bahsedelim. Bu kişi, yıllarca sayısız otobüs yolculuğu, uçak yolculuğu yaptıktan sonra birden bire uzun yola çıkmaktan korkmaya başlamıştır. Artık çocukken gidebildiği birçok yere, araba ya da uçakla gitmeye cesaret edememektedir. Hangi araca binerse binsin yoğun bir sıkıntı, kaygı ve endişe duygusu yaşamaktadır. Şikâyetleri, nefes alamamak, yoğun şekilde araçtan inme arzusu, ne kadar tuvalete giderse gitsin yeniden tuvalete gitme isteğidir. Bu durum gün geçtikte kötüleşir ve bu hanım zamanla şehir içinde yakın mesafelerde bile sorun yaşamaya başlar. Sonunda iş hayatı da fobisinden olumsuz etkilenince çözüm aramaya karar verir.

Terapi sürecinde kişiye, bu korkunun geçmişine gitmesi söylenir. Terapist, yolculuk korkusu, ileri yaşta ortaya çıkmasına rağmen, bu korkunun tohumlarının çocuklukta atılmış olabileceği üzerinde durmaktadır. Kişiye çocukken onu korkutan bir yolculuk yapıp yapmadığı sorulunca, terapideki kişi, birden 6 yaşındayken, amcası ile birlikte memleketine gitmesi gerektiğini hatırlar. Bu yolculuk, annenin rahatsızlığı sebebiyle yapılmıştır. Küçük kız, daha önce yüzünü bile görmediği amcasıyla, hayatında hiç gitmediği kadar uzun bir yol gidecektir. Konuşma ilerledikçe, çocuğun bu durumu, “Annem hasta olduğu için beni hiç bilmediğim bir yere gönderiyorlar. Acaba ailem benden vaz mı geçti” diye olduğundan daha da büyük bir korkuya dönüştürdüğü anlaşılmaktadır. Bu durumda bilinçaltı, yolculuk ile terk edilmek, sevilmemek arasında bir bağlantı kurabilir. Ve bu korku, uzun yıllar sonra yeniden ortaya çıkabilir. Küçük kız, farkında bile olmadan otobüse bindiği anda şişe şişe su içer. Böylece yolculuğun ilk saatinde tuvaletinin geldiğini söyleyip huysuzluk yapmaya başlar. Aranızda eskiden şehirlerarası otobüs yolculuklarının ne kadar yorucu geçtiğini hatırlayanlarınız vardır. O günlerde otobüsler şu anda olduğu kadar sık mola vermezdi. Tuvaleti olan bir otobüs hayal bile edilmezdi. İşte küçük kız ve amcası, böyle bir ortamda saatlerce yolculuk yapmışlardır.

Bu olayda ilginç olan bir başka nokta daha var. Şu anda kırklı yaşlarda olan bu kişi, sadece yolculukta değil diğer stresli anlarda da sık sık tuvalete gitme ihtiyacı duymaktadır ve yapılan testler, diyabet gibi bir sorunu olmadığını göstermektedir.

Kişinin sık sık tuvalete gitme ihtiyacı duymasının altında genellikle ortamdan uzaklaşma ve kendini izole etme isteği ve duygusal dengeyi kuramama gibi sebepler bulunur. Çok ilgisiz gibi gözüken dolunay zamanlarını düşünün. Dolunay, hem duygularımızı ve hem de dünyadaki suların gidiş gelişini etkiler. Buna benzer şekilde bedenimizdeki sıvılarla, duygular arasında daima ilginç bir ilişki vardır. Eğer düşüncelerinizi temizlemek isterseniz, bir bardak içme suyunun içine güzel sözler söyleyin. Mesela kendinizi güçlü hissetmeye ihtiyaç duyuyorsanız, “Ben güçlüyüm” deyin. Yani niyetinizi suya yükleyin ve için. Su, bedeninizde dolaştıkça, hücrelerinize güç verecektir. Bu yöntem, ruhu güçlendirme ve arındırma teknikleri içerisinde basit bir tekniktir.

Sık sık tuvalete gitme isteğini pek çok hastada görüyoruz. Ben, insanların toplum içinde yanlarında başkaları varken sürekli telefonla konuşmalarının altında da benzer gerginlikler, ortamdan sıkılma ya da kimi sosyal fobiler bulunduğuna inanmaktayım.

Sözünü ettiğimiz vaka örneğine dönecek olursak, “Bu olayda kişide böylesine ağır etki bırakacak ne var ki?” diye düşünebilirsiniz. Aslında çoğumuz, psikolojik hastalıklar için sıradan olayları yeterli görmez. Yoğun şiddet ortamı ya da inanılmaz trajediler olmasını bekler. Oysa panik ataklılara terapi sunan bir dernekte uzun yıllar gönüllü çalışmalar yapan ve kurucusu olduğu danışmanlık merkezinde hem panik atak hem de diğer sorunlarda psikolojik destek vermeye devam eden bir terapist dostumun gözlemleri, bunun hiç de doğru olmadığını kanıtlıyor. Yirmi yıldır psikolojik danışmanlık yapan bu deneyimli hanım, “Çoğu kişiyle, sorunların temeline inmek için uzun uzun çalışırız. En sonunda karşımıza ne mi çıkar? Yetişkin olarak hiç dikkatimizi çekmeyecek son derece basit, eften püften bir olay! Diyelim ki çocuğa bir öğretmen, sınıfın ortasında “Konuşma” diye bağırır. O kişi yıllar sonra, karşınıza sosyal ilişki kuramayan biri olarak çıkabilir. Ya da parasını kaybettiği için annesinden dayak yiyen bir çocuk, yetişkin olunca kontrolsüzce bir alışveriş bağımlısına dönüşebilir. Yetişkin olarak baktığımızda gözümüze çok da önemli gelmeyen bir sürü olay, özellikle 0-5 yaş döneminde kişinin kitlenmesine, bazı konularda aşırı korkular geliştirmesine neden olabilir. Bu korkular, o kişi keyifli bir hayat sürerken sanki uykuda gibidir. Ne zaman, bizi zorlayan, ağır baskılarla karşılaşırız, o zaman geçmişte uykuya dalan pek çok korkumuz da aniden ve bazen hep birlikte kocaman bir canavara dönüşerek ortaya çıkıverir” diyor.  Çünkü Hadise bir kere kişinin sosyal hafızasına kayıtlanmıştır bir kere. Sosyal hafıza bilinçaltı ile iç içedir ve bilinçli hafıza gibi her istenildiği zaman hatırlanmayabilir. İşte sosyal hafızaya alınan bu kayıtlar yaşamın herhangi bir döneminde bedensel tepkimeler olarak geri dönebilir. Öte yandan, çok ilginçtir ki, gerçekten çok ağır koşulların içinde kalan bazı kişiler, bu olaylardan yaşama karşı bağlılıklarını daha da güçlendirerek çıkabilmektedir. Yani, bir olayı bizim dışarıdan çok acı ya da son derece basit diye etiketlememiz diğer kişinin ona ne anlam yüklediği üzerinde hiç belirleyici olmaz. Dolayısıyla terapilerde, kişiyi yargılamamak esastır. Amaç, kişinin ne zaman nasıl bir duygu ile kilitlendiğini açığa çıkartabilmektir. Çok ilginçtir, eğer bir korkuyu bilinçaltından çıkartıp bilincinize taşıyabilirseniz yani farkına varırsanız, o duygudan kolayca kurtulabilmek yolunda gereken en önemli adımı atmış olursunuz. O aşamadan sonra pek çok rahatsızlık hızla ya da yavaş yavaş iyileşip yok olur. Sıkıntılar tümüyle temizlenmese de kişiye eskisi kadar rahatsızlık veremez. Zaten özellikle EMDR terapi tekniğinin asıl amacı da bu sosyal hafıza ve bilinçaltında takılı kalıp sonradan bireyde anksiyete, fobi, panik atak gibi psikolojik bozukluklara neden olan travmatik kayıtları elemine etmektir. Ayrıca kendi vakalarımdan edindiğim tecrübeye göre, TMS tedavisi almakta olan veya almış olan hastalar, EMDR terapilerine çok daha iyi cevaplar vermektedir.

Bu örnekte görüldüğü gibi siz de hissettiğiniz abartılı korkuların kökenine inebilmek için kendinizle baş başa kalın. Kendinize sorular sorun. Diyelim ki kalabalıkta kalmaktan korkuyorsunuz. Bu konuda aklınıza gelen ilk deneyim nedir? İlk önce nerede korktunuz? Bugüne dek öyle ilginç korkularla karşılaştım ki… Mesela orta yaşlı bir hanım, lavanta kokusundan korkuyor, bu kokuyu aldığında panik atağa benzer belirtiler göstermeye başlıyordu. Zaman içinde bu hanımın, çok yakın bir akrabasının cenazesinde bu kokuyu aldığı için, lavanta ile ölüm korkusunu eşleştirdiği ortaya çıktı.

Hem dünyada hem de ülkemizde geniş bir okuyucu kitlesine sahip olan Osho, kitaplarında kaleme alınan bir konuşmasında ilginç bir tespitte bulunuyor. Diyor ki, çocukların dünyaya ilk geldikleri anda, popolarına bir şaplak atılarak ağlatılması, pek çok çocukta daha sonra tramvaya yol açmaktadır. Belki de kalabalıktan korku duyan insanların bir kısmı için bu durum geçerli olabilir. Bebek, daha dünyada nasıl nefes alacağını bile bilemeden korku dolmakta ve ağlatılmaktadır. Osho’ya göre bu kişiler, sonradan terapiye ihtiyaç duyarlar.

Doğum anında ya da çocukluk günlerinde üzücü bir anıdan muzdarip olabilirsiniz. Diyelim ki, kendinizle baş başa, sessiz bir ortamda düşündünüz ve geçmişte gerçekten çok kötü etkilendiğiniz bir hatırayı buldunuz. Peki, ne yapacaksınız?

Bilinçaltındaki Üzücü Resimleri, Mutlu Resimlerle Değiştirin

Yetişkin olmanın ölçüsü, geçmişte bizi üzen konularda artık daha olgun davranmamızdır. Şimdi o resmi alıp, bir yetişkin olarak yeniden şekillendirmeniz gerekiyor. Diyelim ki, o acı tabloda annenizden dayak yiyorsunuz. Hemen orada devreye girin. Yetişkin zihninizle, yaptığınız yaramazlık için kendinizi affedin. Annenizi, sinirlenip sizi dövdüğü için affedin. Hatta resmi bir iki kare geriye alın. Yaptığınız yaramazlığı annenize itiraf edin. Annenizin bu kez, sizi bağışlamasına izin verin. Şefkatli yeni bir resim oluşturun. Kendinizi annenizin kucağında mutlu bir şekilde resmedin. Bir kez şiddet görmüş bile olsanız hayatınızın geri kalan dönemlerinde annenizin sizi nasıl sevdiğini hatırlayın. Güzel kareleri de aynı olayın içine alın. Böylece bilinçaltınıza artık güçlü olduğunuz mesajını verin. Şimdi yetişkinsiniz ve bilinçaltında bulduğunuz korku dolu kareleri, daha sevgi dolu anlarla değiştirme gücüne sahipsiniz. Sizi üzen ya da korkutan gerçek sebebi araştırın. Ölüm korkusu mu? Sevilmemek mi? Hangisi zayıf yanınız ise o konuya pansuman yapacak kareler bulup bilinçaltınızda muhafaza edin. Korktukça, sıkıldıkça, eski korkunuzun yerine koyduğunuz sevgi dolu, güvenli yeni resme bakmayı adet haline getirin. Eski resmi, hayali olarak bilinçaltınızdaki çöplükten alıp, suya atın. Ya da yakıp yok edin. İşte kendinizi iyileştirme yolunda önemli bir adım attınız. Şimdi kendinizi kutlayın ve yolunuza kendi içindeki çocuğa güven verebilecek bir yetişkin olarak devam edin.

Kaygılara Tutunmayın, Bırakın Gitsinler

Sağlıklı kalabilmek için, öncelikle kendi hislerimizle sağlam bir bağ kurmayı öğrenmeliyiz. Bazen birilerine kırılırız, öfkeleniriz, sevilmediğimizi düşünürüz, kandırıldığımıza kızarız, gelecek korkusu ile dolarız. Sayabileceğimizden çok daha fazla negatif duygu, içimizde büyüyüp birikir. Her gün mutlu hissedebilmek için düzenli olarak, bize kendimizi şanssız hissettiren bu karamsar düşüncelerden kurtulmalıyız. Olumsuz düşünceler, adeta kirlenen elbiseler gibidir. Nasıl kıyafetlerimizi düzenli olarak değiştirip temizleyip yeniden giyiyorsak, ruh halimizi de aynı şekilde yenilememiz, temizlememiz, şarj etmemiz gerekir. Unutmayınız ki, düşünceler de atomlardan oluşmuş bir enerjidir. Siz olumsuz düşünürseniz evrene olumsuz enerji yayarsınız, olumlu düşünürseniz olumlu enerji yayarsınız.

Hep sözü edilen meditasyon, duygularımız üzerinde bu kontrolü sağlayabilmenin en basit ama etkili yoludur. Meditasyon deyince pek çoklarının zihninde, bacağını bir türlü istediği gibi yerleştiremeyen, tuhaf kıyafetler giyip acayip sesler çıkartan karikatür karakterler canlanır. Oysa meditasyon yapmak son derece basittir. Yerde bağdaş kurmak size zor geliyorsa bir yere uzanın. Eğer ilk kez meditasyon yapıyorsanız, dikkatinizi sadece nefesinize yöneltin. Uzun, derin, sakin nefesler alıp karnınızı şişirin. Nefesinizi burnunuzdan alıp verin. Beş dakika kadar sessiz kalıp bu çalışmayı yaptığınızda zihninizin hiç susmadığını göreceksiniz. Zihin, haklı ya da haksız, olumlu ya da olumsuz sürekli konuşup durur. Bu konuşmaları susturmaya da çalışmayın. Bırakın içinizdeki düşünceler akıp gitsin. Aklınıza ne geliyorsa gelsin. Kendinizi içinizden gelen hislere de teslim etmeyin. Düzenli nefes alışverişine konsantre olun. Zihni boşaltmak, başlangıçta hiç kolay olmadığından bunu sağlayabilmenin en pratik yolu, dikkati nefese yöneltmektir. Sanki bir nefes olduğunuzu düşünün. Burnunuzdan nefes alırken havanın içinize doluşuyla bütünleşin. O nefesin içine karışıp, boğazınızdan ciğerlerinize indiğinizi hatta karın boşluğunda dolaştığınızı düşünün. Sonra tekrar yukarıya çıkın. İşte şimdi siz bir nefes oldunuz. Bedenin içinde gezindikçe bedeninizle daha yakınlaştınız. Başlangıçta dikkatiniz dağılabilir. Ama neticede, kısa süreliğine bile olsa öyle bir an gelir ki, nefesle bütünleşirken zihniniz durur. Yani düşünceleri durdurmayı, yaşanan o anın içine girmeyi, zamanı gerçekten hissetmeyi başarırsınız. Bu bir meditasyondur.

Eğer kaygılarınızdan kurtulmak isterseniz, bu meditasyonu, kaygılardan kurtulacak bir egzersiz haline getirebilirsiniz. Bunun için imgeleme yeteneğinizi devreye sokun. Meditasyona başlarken, uzun ve derin nefeslerle kendinizi gevşetin. Gözlerinizi kapatın. Aklınıza gelen tüm korkularınız için hayali olarak birer çakıl taşı seçin. Bu taşları bir çuvala doldurup sırtınıza yükleyin. Şimdi koşmaya başlayın. Koştukça sırtınızdaki çuval giderek ağırlaşır. Bir an önce o yükten kurtulmak istersiniz. Belki hayali bir çuval nedeniyle gerçek gözyaşları bile dökebilirsiniz. İçinizden geliyorsa ağlamak için kendinize izin verin. Bu kaygıları, koca bir hayat boyu sırtınızda taşıdınız. Artık onlardan kurtulmanın zamanı gelmedi mi? Kendinizi hazır hissettiğinizde gözünüzün önüne nefis bir kumsal getirin. Önünüzde dalgalar gidip geliyor. Güneşi hissedin. Denizin sesini duyun. Saçlarınızı tatlı ve sıcak rüzgâra bırakın. Siz buraya kocaman bir çuvalla geldiniz. Çuvalın içinde kaygılarınız var. Elinizi torbaya daldırıp en çok canınızı acıtan büyük taşa bakın. O taşın hangi kaygınızı simgelediğini düşünün. Gelecek korkusu mu? “Sevgili gelecek korkum, artık seninle vedalaşıyorum. Bana verdiğin dersler için teşekkür ederim” diyerek o taşı zihninizde denize doğru fırlatın. İşte artık bu kaygıdan kurtuldunuz. Sonra teker teker diğer kaygılarınızı da seçin. Hepsini denize fırlatın. Kum, deniz, güneş, gidip gelen dalgalar, kaygılarınızı alsın, yıkasın temizlesin, bir daha size ulaşamayacakları çok uzak diyarlara taşısın. Böylece kendinizi hem ruhsal hem de fiziksel olarak daha rahatlamış hissedeceksiniz. Bundan böyle mutluluğun biraz da sizin tercihlerinize bağlı olduğunu düşünmeye başlayabilirsiniz. Çalışmayı bitirmeden önce, daha neşeli bir hayatı seçtiğiniz için kendinize teşekkür edin. Gözlerinizi açtığınızda gülümsemeyi unutmayın.

Eğer bir süre sonra kendinizi yeniden korkularla, negatif duygularla dolmuş hissetmeye başlarsanız yeniden kendinize 5 dakika ayırarak bu çalışmayı tekrar edebilirsiniz. Ama daha iyisi, kederlenmeyi beklemeden her gün düzenli olarak meditasyona vakit ayırmaktır. Meditasyonun temeli, her hangi bir amaç gütmeden zihni boşaltmak, nefes aracılığıyla bedenle bağlantı kurmaktır. Dolayısıyla yorucu olmak bir yana dünyadaki en dinlendirici alışkanlık olduğundan emin olabilirsiniz.

Dua etmekte aynı şekilde ruhu güçlendiren, bilinçaltını arındıran bir durumdur. Aynı zamanda ciddi rahatlama sağlar. ‘’Allahım beni şundan koru, bundan esirge’’ derken korkularımızı ve endişelerimizi dile getirip bunları tevekkülle Allaha havale eder, rahatlarız. Dolayısıyla dua etmek belki de farkında olmadan yaptığımız en etkili meditasyondur.

 

 

 

Comments are closed.

×

Merhaba!

WhatsApp üzerinden görüşmek ve bilgi almak için alttaki logoya tıklayarak bizimle hemen iletişime geçebilirsiniz.

× Merhaba, size nasıl yardımcı olabiliriz?