Şizofreni ve TMS Tedavisi
Bir bakıma, kendi içsel yolculuğuna çıkıp, geri dönmeyenlerin rotasıdır şizofreni… Başka türlü bir memlekettir. Bu dünya bir şizofreniye öylesine dışlayıcı ve yabancı gelir ki; sılasına bir türlü dönemeyen gurbetçi misali o hep kendi dünyasını yaşar. Kendine özgü farklı bir dili vardır. Aslında sözcükleri teker teker anlarsınız ama bütüne baktığınızda konuşan kişinin dünyasına girmekte zorlanırsınız. Cümleler arasında kopukluklar olabilir ya da cümleler anlamlıdır ama aralarında bir bağlantı yoktur. Yüzlerine dikkatle bakarsanız, bir gariplik sezmeniz mümkündür. Genellikle göz temasından kaçınır ve çevreyi takip etmekte zorlanırlar. Gözler sanki duyarsızdır, derinlikten yoksundur. Anlayacağınız ne yaşayan için, ne doktor ne de yakınları için kolay bir hastalık değildir bu…
Hastalıkla İlgili Diğer Çarpıcı Gerçekler
Şizofreni hakkındaki ilk belgeler M.Ö. 15. yüzyıla kadar uzanır. Ancak bunlar şizofreninin genel niteliklerini tam manasıyla anlatan belgeler değildir. Miladi 1. yüzyılda Eski Yunan metinlerinde kendilerini gerçek dışı şekilde gören insanlardan söz edilmektedir.
Manchester Üniversitesi'nden bilim adamlarının 1973 ile 1995 arasında Hollanda'da 1 milyon 380 bin doğumun verilerini incelemesiyle elde edilen sonuçlara göre; hamileliğinin ilk üç ayında yakın bir akrabanın ölümüyle karşılaşan kadınların, çocuklarında şizofreni ve bağlantılı rahatsızlıklar görülme riski yüzde 67 daha fazladır. Stresli dönemlerde annenin beyninin salgıladığı kimyasalların embriyonun henüz yeni gelişmekte olan beyni üzerinde doğrudan etkisi bulunmaktadır.
Şizofreninin ortaya çıkmasında genetik faktörler, çevresel etkenler ve beynin yapısı gibi birçok unsur etkilidir. Gençlik dönemini seven bu hastalık, ağırlıklı olarak 15-40 yaş arasındakileri yakalar. Bu yaş aralığının okul, iş hayatı gibi süreçler nedeniyle en yoğun ve stresli yaşadığımız dönemler olması, buluğ çağının bedende meydana getirdiği hormonal değişimlerle birleşince şizofreni su yüzüne çıkacağı elverişli zemine kavuşur. Hastalık, kişinin verimliliğini düşürür. Son derece zorlu bir hastalık olan şizofreni nedeniyle hastaların normal ömürlerinden yüzde 20 daha kısa bir yaşam süresine sahip olacakları öngörülmektedir. Ayrıca sağlıklı bireylere göre intihar etme eğiliminde yüzde 10-15 oranında artış söz konusudur. Dolayısıyla bu hastalığı kontrol altına almadan, uzun ve keyifli bir yaşam ihtimalinden söz edilemez.
Yaygınlığına bakacak olursak şizofreninin hiç de nadir rastlanan bir hastalık olmadığını, bu sağlık sorunuyla baş etmesi gereken binlerce insan olduğunu söyleyebiliriz. Toplumun yüzde 1’ini oluşturan şizofreni hastaları arasına her yıl, dünyada 1,5-3 milyon yeni hasta eklenmektedir. Gelir düzeyi düşük bireyler arasında hastalığın yaygınlığı daha yüksektir. Yalnız yaşayan bireyler, evli olanlara göre daha büyük bir risk altındadır.
Başta işaret ettiğim gibi beyin sağlığı ile şizofreni arasında da güçlü bir ilişki bulunur. Gebelik sırasında veya doğumdan sonra beyin gelişimindeki anormalliklerin de şizofreniye zemin hazırladığı düşünülmektedir. Özellikle nörotransmitterler ile şizofreni arasında bağlantı kurulmaktadır. Hastalıkla ilişkili bulunan nörotansmitterler, dopamin, serotonin, norepinefrin, glutamat ve GABA’dır.
Şizofrenide Dopamin Faktörü
Dopamin, hareketliliği sağlayan, insana coşku ve heyecan veren, aynı zamanda da sosyal hayatımızı sürdürmemizde roller üstlenen çok önemli bir nöroamindir. Dopamin eksikliği, hareketlerde yavaşlama ve ellerde titreme ile karakterize Parkinson hastalığına neden olur. Dopamin fazlalığı ise şizofreniye sebep olur. Bu nedenle vücudumuzdaki dopamin dengesi, fiziksel ve ruhsal açıdan çok büyük önem arz eder. Ayrıca bipolar bozukluğun, mani döneminde ve hiperaktivitede dopamin yükselmesi söz konusudur. Ancak şunu da ifade edelim ki, şizofreniye sebep olarak sadece dopamin yükselmesini sorumlu tutamayız. Hatta şizofreninin pozitif belirtilerinde dopamin yükselmesi sorumlu tutulurken, içe kapanıklık gibi negatif belirtilerinin ortaya çıkmasına prefrontal korteksteki dopamin düşüşünün neden olduğu düşünülmektedir. Dolayısıyla şizofreni gelişmesinde sadece dopaminin değil aynı zamanda GABA aktivitesinin ve beyin için toksik bir madde olan glutamatın da etkili olduğu ileri sürülmektedir. GABA beyin uyarılabilirliğini düşüren bir maddedir. Bu nedenle şizofreninin pozitif belirtilerinde GABA aktivitesinin azaldığını, negatif belirtilerinde ise yükseldiğini tahmin etmekteyim. GABA şizofreni tedavisinde olduğu gibi, epilepside de önemlidir. Bu nedenle epilepsi nöbetlerini kontrol altına almak için çoğunlukla GABA’yı uyaran ilaçlar kullanılmaktadır.
Dopaminin bilinen beş reseptörü vardır. Bunlardan özellikle D2 ve D4 reseptörlerinin şizofrenide rol oynadığı düşünülmektedir. Nitekim şizofrenide D4 reseptörünün altı kat daha fazla arttığı iddia edilmektedir.
Gelelim dopamine… Örneğin sanatçılar yüksek estetik duyguya sahip eserler ortaya koyabilmek için dopamine ihtiyaç duyarlar. Dopamin, ortaya koyacakları yapıtın heyecanını ve coşkusunu yaşatır. Dopamin ne kadar yüksek olursa, eserin sanat ve estetik değeri de o kadar yüksek olabilir. Ancak dopaminin fazlalığı da tehlikelidir ve şizofreniye zemin hazırlayabilir. Dolayısıyla en yüksek estetik değeri olan eserleri, şizofreniye en yakın sanat adamları üretirler. Bu nedenle toplumlara mal olmuş, çok beğenilen eserleri vücuda getiren dâhilerin pek çoğu, bir yandan da ağır psikolojik sorunlarla uğraşmışlardır.
Şizofreni hastalarının hemen hemen hepsi, diğer insanların algılamadıkları seslerden ve görüntülerden bahsetmektedir. Bazen bu sesler onlara değersiz olduklarını, suçlu olduklarını veya cezalandırılmaları gerektiğini söyler. Peki, bu nasıl olmaktadır? Normal beyin fonksiyonu olan işitme, dış dünyadaki bir kaynaktan gelen ses dalgalarının işitme organlarına ulaşması ile başlar. Ses dalgaları kulağa ulaştıktan sonra aslında ses olarak değil sinir hücreleri arasında biyokimyasal ve elektriksel bir mesaj olarak, önce beynin işitme merkezine, oradan da düşünce merkezine iletilir. Bir diğer deyişle, işitme beyinde gerçekleşen bir olaydır yani aslında beynimizle duyarız. Kulak sadece ses dalgasının algılanmasını sağlar. Dış dünyadaki veri kaynağından kulağa ulaşan mesaj, ilgili sinir hücrelerinin birbiri ardına etkinleşmesi yani "ateşlenmesi" sonucu işitmeye dönüşür. Eğer işitmede görev alan sinirler, bir anormallik sonucu kendi kendine etkinleşmeye başlarlarsa bu kez beyin, dışarıdan bir veri ulaşmasa da sesler duyabilir. Aynı şekilde görme olayı da böyledir, aslında biz gözlerimizle değil beynimizle görmekteyiz. Görme merkezi de gözlerin algılamadığı nesneleri sanki gerçekten varmış gibi algılayabilir. Bunlara halüsinasyon ya da sanrı demekteyiz.
Şizofreniye Dair Belirtiler
Akıl hastalıklarına dair belirtiler çoğu zaman benzerlik gösterir. Bu nedenle bipolar bozukluk ya da çeşitli kişilik bozukluklarının belirtileri şizofreni ile karıştırılabilir. Hatta madde bağımlılığı ve çeşitli ilaçların yan etkileri de benzer belirtilere neden olabilir. Bu nedenle tanı koyma aşamasında hastanın varsa bağımlılıkları ve kullandığı ilaçlar da dikkate alınmalıdır. Şizofreni hastalarında görülen belirtileri sıralamadan önce, herhangi birine şizofreni demeye kalkmadan önce, bu belirtilerin tek başına tanı koymaya yetmeyeceğini de yeniden vurgulamak istiyorum.
Şizofreni aniden şiddetli belirtilerle ortaya çıkabileceği gibi yavaş yavaş kendini göstermeye de başlayabilir. Hastalığın erken dönemlerinde, sosyal hayattan uzaklaşma, olaylara karşı fazla tepki verme ya da tepkisizlik, mantıksız konuşmalar, konsantrasyon güçlüğü gibi belirtiler görülebilir. Bu belirtiler tek başına şizofreni teşhisi koymaya yetmez ancak dikkate alınması, kişide normalin dışında gelişen belirtilerin takip edilmesi gerekir. Kendinizde veya yakınlarınızın davranışlarında gariplikler sezmeye başladığınızda bir hekime ulaşmak ya da doktora gitmeleri için onları zarifçe yönlendirmek en doğrusudur. Kişiyi ayakta, üretken ve mutlu tutan en önemli faktörlerden birinin ruh ve akıl sağlığı olduğunu unutmamak lazım. Hastalanmaya başlamış birinin durumunu tartması ve isabetli sonuçlara varması da kolay olmadığından, bu noktada yakın arkadaşların ya da aile bireylerinin desteği ve yönlendirmeleri büyük önem taşımaktadır.
Şizofreni hastası, kafasının içinde kendisine komutlar veren sesler duyduğunu, düşüncelerinin ve davranışlarının kontrol edildiğini, düşüncelerinin çalındığı ifade edebilir. Sanrılar da her zaman şizofreninin güçlü belirtilerinden biridir ve şizofreni hastalarının büyük bir bölümünde görülür. Sanrı, doğru olmadığına dair kanıtlar bulunan düşünceleri kişinin doğru kabul etmesidir. Örneğin hasta, bir televizyon programından kendisine gizli mesajlar gönderildiğini, uzaylıların kendisini yok etmek istediğini iddia edebilir.
Şizofreni hastaları olaylara anormal tepkiler verir çünkü beyinleri, çevredeki uyaranları diğerlerinden farklı şekilde algılar. Olmayan sesleri, kokuları, görüntüleri varsayabilirler. Ve bu algıladıkları gerçekliğe tepki verebilirler. Örneğin kendi kendine konuşan hastaya ne yaptığını sorduğunuzda bir canavarla veya doğaüstü bir varlıkla ya da ölmüş bir yakını ile konuştuğunu söyleyebilir.
Hastalık bu kadar belirgin bozulmalar ortaya çıkardığında, kişi eğer meslek sahibi biriyse doğal olarak işyerindeki verimi düşecektir. Arkadaş çevresi tarafından dışlanabileceği gibi normalde ilgi duyduğu alanlara karşı, kendi ilgisi de azabilir. İçe kapanma, toplumdan soyutlanma dikkat çekici boyutlardadır. Konuşmalardaki bozulma da diğerlerinin dikkatini çeken belirtilerden biridir. Geriye doğru bakacak olursak hastanın çocukluk döneminde arkadaş edinmekte zorlanan, içe kapanık bir yapıya sahip olduğunu görebiliriz. Elbette her şizofreni hastasının yalnız ya da çekingen bir çocukluk geçirmiş olması gerekmez. Ancak sosyal yaşamdan soyutlanmanın hayatın her aşamasında kişinin ruh sağlığı açısından önemli bir gösterge olduğu iyi anlaşılmalıdır. Aynı şekilde bir kişi, şizofreni tanısı aldıysa, bu aşamadan sonra da sosyal paylaşımların güvenli şekilde devam ettirilmesine özen göstermek gerekmektedir.
Şizofreni hastalarının saldırgan olduğuna dair yanlış bir inanış vardır. Oysa hastalar genellikle kendi içlerine kapanma eğiliminde olurlar. Ancak alkol ve çeşitli madde bağımlılıkları söz konusu ise şiddet ön plana çıkabilir. Şizofreni hastalarının şiddetle ilişkisi en belirgin olarak kendilerine yöneliktir. İntihara yatkın olabilecekleri ve genç hastalarda ölüm sebeplerinin ilkinin intihar olduğu unutulmamalıdır.
Hastalarda, konuşma içeriğinin kopuk olduğu fark edilir ve kişi genellikle doğru zamanda doğru tepkileri veremez. En hüzünlü zamanlarda kahkahalar atabilir ve en eğlenceli olaylar karşısında ağlayabilir. Kişisel hijyende ve bakımda azalma olması dikkat çekici belirtilerden biridir. Tedavide yol kat edilemezse zaman içinde bu kişiler; evlerine, eşlerine, çocuklarına bakmak bir yana, kendi bakımlarını sağlamakta bile zorlanırlar.
Şizofreni hastalarında anksiyete, panik bozukluk, obsesif kompulsif bozukluk, sosyal fobi gibi çeşitli fobilerin belirtileri ve eştanısı görülebilmektedir. Bu konudaki araştırmalar farklı sonuçlar ortaya koysa da hastalıklar arasındaki ilişkileri araştıran çalışmalar mevcuttur.
Genetik Ne Kadar Etkili?
Hastalıklar söz konusu olduğunda aile öyküsü her zaman önemlidir. Ailenizde kanser yaygınsa ve aile büyüklerini 60 yaşlarını göremeden uğurladıysanız bu bilginin ışığında geleceğinizi yeniden planlamayı düşünebilirsiniz. Belki risk faktörlerinden kurtulmaya çalışır ya da hayatın tadını çıkartmak için daha neşeli yaşamaya önem verirsiniz. Şizofreni tüm yaşamı etkileyen bir hastalık olduğundan ailesinde şizofreni görülenler, kendi yakalanma ihtimallerini bilmek isterler. “Bir gün aklımı, hayatım üzerindeki kontrolümü yitirir miyim?” sorusu, küçük bir endişe değildir. Kendileri riskli yaşları atlatmış olsalar dahi aile kuracakları zaman çocuklarının taşıdığı riski öğrenmek önemli olabilir.
Hastalığın kesin tedavisini ortaya çıkartabilmek için de genetiğin etkisini ortaya koyabilmek gerekir. Bu konuda yapılmış araştırmalar, ebeveynlerden birinin şizofreni hastası olması durumunda çocuğun hastalanma riskini yüzde 10-15 olduğunu gösteriyor. Eğer hem anne hem baba hasta ise çocuğun yakalanma riski yüzde 40’lara ulaşıyor. Şizofreniye neden olan genler henüz netlik kazanmasa da bu yöndeki çalışmalarda 5, 6, 8, 10, 13 ve 15. kromozomlar üzerinde durulmaktadır.
Hastaların birinci, ikinci ve üçüncü dereceden akrabalarında şizofreni görülme oranı normal popülasyona göre oldukça fazla. Misal, çift yumurta ikizi hastalarda diğer aynı cinsiyetteki ikizin de hasta olma ihtimali yüzde 12, tek yumurta ikizlerindeyse bu oran yüzde 57'ye kadar çıkıyor. Normal kardeşler arasında hastalık riski ortalama yüzde 8,5. İkinci ve üçüncü dereceden akrabalarda bu oran yüzde 2'lerde kalıyor. Şizofren hastaların çocuklarının, normal kişilere göre hastalanma riski 10 kat daha fazla. Dolayısıyla şizofreninin genetik bir rahatsızlık olduğu söylenebilir ama tabii ki hastalığın ortaya çıkışı ve gelişiminde çevresel etkilerin de oldukça payı vardır.
Stres, Hastalığın Ortaya Çıkışını Tetikler
Stres, tek başına kişiyi şizofren yapmaz. Ancak genetik yatkınlık, beyin kimyasındaki değişimler ve çevresel faktörler hastalığa zemin oluşturduysa, stresin varlığı hastalığı tetikler. Bu nedenle, konunun başında da belirttiğimiz gibi hastalık çoğunlukla gençlik çağında, hormonal ve fiziksel değişimlerin yaşandığı zamanlarda ortaya çıkmaktadır.
Şizofreni hastalarında bilişsel işlevlerde bozulmalar görülür. Hastalarda dikkat bozukluğu ve strese karşı normalin üzerinde duyarlılık vardır. Beyin görüntüleme yöntemleriyle yapılan incelemeler sonucunda, sağlıklı kişiler ile şizofreni hastalarının beyinlerindeki bölgesel serebral kan akımı ve metabolizması değerlendirmelerinde pek çok farklılık ortaya konmuştur. Bu konuda yapılmış onlarca araştırma olmasına rağmen hastaların strese karşı duyarlılığı hakkında soru işaretleri tam olarak aydınlanmış değildir.
Hastalığın Türleri
Paranoid Şizofreni: Hastada halüsinasyonlar, hezeyanlar, şüphecilik görülür. Bu türdeki hastalar semptomlarını gizleme eğiliminde olurlar ve hastalığı kabul etmezler.
Disorganize (Dağınık) Şizofreni: Hastanın davranışlarında aşırılık, uygunsuzluk vardır. Düşünce akışı ve konuşmada bozukluklar görülür. Hasta kendini dış dünyadan soyutlayarak içine kapanır.
Katatonik Şizofreni: Hastanın hareketlerinde bozulma görülür. Kişi hiç hareket etmeden uzun süre aynı şekilde durabilir.
Ayrışmamış Şizofreni: Yukarıdaki türlerin bazı özelliklerini kapsayan veya bütünüyle tek bir türle tanımlanamayan hastalık tipidir.
Bu hastalıkta tamamen iyileşen kişiler olduğu gibi düzenli kontroller ve tedavi planı ile hastalığıyla yaşamayı öğrenmiş birçok hasta da olduğunu unutmayın. Hobilerinizi ve hastalığınızın şiddetine göre üretkenliğinizi sürdürebilirsiniz. Kendinizi iyi hissediyorsanız “Çalışabilir” raporu alarak kamu ve özel sektörde iş hayatını sürdürebilirsiniz. Ayrıca şunu da belirteyim ki, bir kez şizofreni tablosu yaşadıktan sonra tedavi ile düzelen ve bir daha hiç şizofreni belirtileri göstermeyen nice örnekler vardır. Şizofreni sanılanın aksine herkeste hayat boyu süren bir maluliyet ve tedavi ihtiyacı oluşturmaz. Hastaların dörtte biri tam anlamıyla iyileşebilir, kalan dörtte üçü ise düzenli tedavi ile tamamen kontrol altına alınabilir.
Şizofrenide TMS
Şizofreni beynin önemli işlevlerinden birkaçını bir arada etkileyen bir rahatsızlıktır. Bu gerçeği göz önüne alan bilim adamları dikkatlerini, beynin farklı merkezlerinin etkinliklerini bir "orkestra şefi" gibi idare eden bir beyin bölgesi olan "ön alın korteksi" (prefrontal korteks) üzerinde yoğunlaştırmıştır. Şefin görevi orkestrayı oluşturan farklı enstrümanların bir uyum içinde birlikte çalmasını ve ortaya zevkle dinlenecek bir müziğin çıkmasını sağlamaktır. Eğer bu eşgüdüm ortadan kalkarsa, orkestradaki her müzisyen kendi enstrümanını mükemmel bir şekilde çalsa dahi ortaya güzel bir melodi yerine sadece gürültü çıkacaktır. Ön alın korteksi, benzer şekilde beynin farklı merkezleri arasında eşgüdüm sağlar. Şizofrenik beyinde bu eşgüdüm aksamaktadır. İşte tekrarlayan TMS tedavileri bozulan bu eşgüdüm ve koordinasyonu düzene sokmakta, böylece hastalığın tüm belirtilerinde gözle görülür düzelmeler olmaktadır.
Beyinde, her biri duygu, düşünce, davranış, yönetici zekâ ve motor fonksiyonlar konusunda ayrı ayrı rolleri olan pek çok organize beyin merkezleri bulunur. Bu merkezlerdeki bozukluk ya da fizyolojik aksamalar bu hastalıkla ilişkili olabilir. Şizofrenideki yapısal ve fonksiyonel beyin görüntüleme çalışmaları ile belirlenen anormallikler bu kavramları desteklemektedir.
Yine fonksiyonel MRI çalışmalarında temporal lobların küçüldüğü, hipokampus dâhil özel limbik yapıların yetersiz geliştiği belirlenmiştir. Bu değişimler şizofren hastalarda belirlenen sol temporal oluşumlardaki azalmış metabolik aktivite ile uyumludur. Ayrıca prefrontal beyin alanlarındaki yetersiz kortikal gelişimin, şizofeni oluşumunda etkili olduğu da ileri sürülmektedir. Dolayısıyla prefrontal bölgedeki yapısal hacmin azalması ile fonksiyonel metabolizmadaki azalmanın paralellik gösterdiği PET incelemeleri ile gösterilmiştir. Bu durumda söz konusu sol prefrontal ve temporal bölgelerde bir kan akışı azalması söz konusudur.
İşte tekrarlayan TMS uyarımları, bu yapısal defektler üzerinde onarıcı bir rol üstlenmekte, uygulama bölgelerindeki düşük metabolizma seviyesini ve azalan kan akışını normale getirmektedir. Ayrıca nöronal aktivite normal çalışma şekline geri dönmekte, şizofreninin negatif ve pozitif belirtileri ya ciddi düzeyde azalmakta ya da tamamen düzelmektedir. Yapılan bilimsel araştırmalar, şizofreninin negatif belirtilerine prefrontal korteksteki düzensizliğin sebep olduğunu göstermektedir. İşte TMS ile gerçekleştirilen manyetik vurular, prefrontal korteksteki dopamin dengesini düzene sokmakta; dopamin artışı varsa düşürmekte ve azalma söz konusu ise yükseltmektedir.
Hoffman ve arkadaşlarının Yale Üniversitesi’nde işitsel halüsinasyonları olan hastalar üzerinde yaptıkları TMS uygulamaları, halüsinasyonları ya ciddi düzeyde azaltmış veya tamamen ortadan kaldırmıştır. Yine Kay ve arkadaşlarının yaptıkları TMS çalışmaları da aynı olumlu sonuçları vermiştir.
Tüm bunlar göstermektedir ki, TMS tedavisi deneyimli ve tecrübeli kliniklerde, şizofreni tedavisinde yüz güldürücü ciddi iyileşmeler oluşturmaktadır. İlaç tedavisi ile beraber TMS uygulamalarının, kişiyi tekrar topluma kazandırma adına daha sağlıklı sonuçlar verdiği açıktır. Hatta bu kombinasyon, tamamen şifa düzeyinde kalıcı düzelmeleri beraberinde getirebilir ya da ilaç sayılarının ve dozlarının ciddi manada azaltılmasını sağlayabilir.